Ana Sayfa | Genel Bilgiler | Bazı Matematikçiler | Paradokslar | Bunalımlar |
Matematiğe çoğu kez, gelişimini doğru bir çizgi üzerinde sürdüren, problemlerini er geç çözüme kavuşturan istikrarlı bir bilim gözüyle bakılır. Oysa ki matematik tarihinde durum hiç de böyle değildir. Çesitli bunalımlara, görüş, yaklaşım ve yorum farklılıklarına rastlanmıştır.Bilimde olduğu gibi matematikte de kesinlik arayışı dogmatizme, dogmatizm de beklenmedik değişiklik ya da gelişmeler karşısında bunalıma yol açar. Ancak her bunalımı, tüm olumsuz görünümüne karşın, yeni bir atılım veya açılmaya giden yolda baslangıç koşulu diye niteleyebiliriz. Bu tür bunalımların hiçbiri geçici bir bocalama olmaktan ileri gitmemiş, sanıldığının aksine, matematiği ne geçersiz ne de işlemez kılan bir olay olmuştur.
Matematiğin geçirdiği bunalımlar dört ana bölümde toplanabilir:
1) Rasyonel olmayan (irrasyonel) sayıların yol açtıgı, başlangıçta "olanaksız" ya da "saçma" sayılan, negatif ve sanal sayıların ortaya çıkmasıyla süren bunalım.
2) Başlangıçta sağlam bir temele oturtulamayan ve kavramsal belirsizlik içinde kalan diferansiyel ve integral hesapların yol açtığı bunalım.
3) Euclid'in beşinci postulatına ilişkin kuşku ve doyumsuzluktan kaynaklanan, Euclid dışı geometrilerin ortaya çıkmasıyla büyüyen bunalım.
4) Kümeler teorisinde basgösteren paradoksların yarattığı, daha sonra Gödel teoremleriyle yeni bir boyut kazanan bunalım.
Matematikte bilinen ilk bunalım antik Yunan döneminde (m.ö 5.yüzyil) ortak ölçüsüz büyüklüklerin bulunmasıyla ortaya çıkar. İki tamsayının bölümü olarak belirlenemeyen doğru parçalarının varlığı ne demekti? Örneğin kenarı bir birim olan karenin köşegeni, rasyonel bir sayı ile belirlenemeyen bu türden bir doğru parçasıdır. Evreni tamsayılarla düzenli gören Pisagor'cular için karenin kenarı ile kösegeni gibi aynı türden geometrik büyüklüklerin ortak ölçüsüz olmasi akıl almaz bir skandaldı; o yüzden ne pahasına olursa olsun gizli tutulmalıydı. Bu olayın yanısıra Zeno'nun adıyla anılan birtakım paradoksların ortaya çıkmasıyla matematikteki bunalım yoğunluk kazanır. Değişik biçimlerde dile getirilen Zeno paradokslarının ortak özelliği şöyle bir varsayıma dayanmaktadır: Sonlu bir sürede sonsuza giden sayıda devinime olanak yoktur. Belli bir mesafe geriden kalkan tavşanın önündeki kaplumbağayı, bu varsayıma göre hiçbir zaman yakalayamaması gerekir. Çünkü tavşanın aradaki mesafenin önce yarısını, ondan önce 1/4'ünü, ondan önce 1/8'ini,... ve böyle sonsuza dek bölünebilen aralıkları koşması gerekir ki, bunu sonlu bir sürede gerçeklestirmesi olanaksızdır. Matematiğin bu ilk bunalımdan çıkması kolay olmamıştır. m.ö 4. yüzyılın seçkin matematikçisi Eudoxus'un büyüklük ve orantı kuramı üzerindeki çalısması, sorunu bir ölçüde açıklığa kavuşturur. Eudoxus'un ortak ölçüsüz büyüklüklere ilişkin ulastığı sonuç, Euclid'in "Elementler"'inin besinci kitabında yer almıştır. Bu sonuç ana çizgileriyle Dedekind'in 19. yüzyılın ikinci yarısında irrasyonel sayılar üzerindeki çalısmasını andırmaktadır.İlk bunalımdan kurtuluş arayışları baslıca iki gelişmeye yol açmıstır. 1) lginin sayısal kuramlardan geometriye kayması. 2) Geometrinin aksiyomatik bir sistem olarak oluşması.
Modern matematik başladığında, matematik
geleneğinde iki düsünce saklıdır. Bunlardan biri, Antik
Yunan matematiğinden kaynaklanan ispata dayalı geometri,
diğeri Hint ve İslam matematiğinde ön plana çıkan sayı
kavramı ve ona dayalı cebir. Bugün bildiğimiz matematiği
büyük ölçüde 17. yüzyılda gerçekleşen iki önemli
buluşun yol açtığı gelişmelere borçluyuz. Bunlardan ilki,
Dekart'in (1596-1650) o zamana dek birbirinden tümüyle ayrı
görünen matematiğin iki dalını, geometri ile cebiri
birleştirme çabasının ürünüdür. Şimdi "analitik
geometri" diye bilinen bu çalışmada, koordinatlar
aracılığıyla eğrileri denklemlerle, dolayısıyla eğrilerin
geometrik özelliklerini cebirsel formüllerle belirleme
olanağı doğar. Üstelik denklemleri de grafikle dile getirmeye
olanak sağlamakla analitik geometri, cebirin analize
dönüşmesine, bu arada "değişken" ,
"fonksiyon" ve "fonksiyonel bağımlılık"
gibi kavramların belirginleşmesine, bu kavramların geometrik
terimlerle ifadesine yol açar. Ikinci büyük gelişme, daha
sonra analiz denen çalışmaya yol açan, Newton ile Leibniz'in
birbirinden bağımsız olarak oluşturdukları "sonsuz
küçükler hesabı"'dir. 17. yüzyılda başlayan
buluşların yol açtığı ilerlemeler giderek artan bir hızla
birbirini izler. Ancak bu arada Antik dönemde tanık olduğumuz
sıkı ispat ölçütlerinin çoğunlukla gözardı edildiğini
görüyoruz. Matematik, mantıktan çok sezgi, imge ve deneyime
bağlı bir çalışma görünümü alır. Leibniz, Bernoulli ve
Euler gibi ünlü matematikçilerin sonsuz küçükler,
ayrışık diziler toplamı gibi konularda, yanlışlığı
bugün bilinen düsünceler ileri sürmekten geri
kalmadıklarını biliyoruz. Deyim yerindeyse, "yasa
tanımazlık" diyebileceğimiz bu gidiş, özellikle
diferansiyel ve integral hesapların fizik ve astronomideki
başarılı uygulamalarının yarattığı iyimser ve
kamçılayıcı hava içinde, yaygınlık kazanır. Yeni buluş
ve yöntemlerin kabına sığmaz bir coşkunlukla hemen
uygulamaya konması çabaları 18. yüzyilın sonlarına değin
sürer. Ama bu arada kimi üstünkörü sonuçların gün
ışığına çıktığı, eleştirel bir yaklasımın giderek
kendini duyurmaya basladığı görülür. İkinci bunalıma yol
açan kuşku ve tedirginlikler önce diferansiyel hesapların
anlam ve dayanaklarına ilişkin olarak ortaya çıkar. İlk
eleştiriler Berkley, ardından Hegel gibi idealist filozoflardan
gelir. Özellikle diferansiyel kesirlerle sonsuz küçükleri
içeren işlemler kuşkuyla karşılanıyordu. Aslında bu
işlemleri oluşturan Newton ile Leibniz'in bile temeldeki
kavramlar üzerinde tam bir açıklık içinde oldukları kolayca
söylenemez. Leibniz, matematik öğretisi gereği, sonsuz
küçükleri varsayıyordu. Newton, fizik ve astronomi
çalısmalarında duyumsadığı gereksinmeyle diferansiyel
islemleri oluşturmustu. Daha çok sezgiye yer veren ve bilimsel
ihtiyaçtan doğan bu yöntemin kuramsal dayanakları neydi? Daha
18. yüzyılın ilk yarısında belirsiz kalmış birtakım
noktalar yanında kimi çelişkilerin de giderek su yüzüne
çıkması ciddi tereddütlere yol açar. Berkley, 1737'de
yayımlanan The Analyst adlı yapıtında kalkülüsü, kavramsal
dayanaklarını irdeleyerek oldukça ayrıntılı bir elestiriden
geçirir. Daha sonra Legendre ve Lagrange gibi kimi seçkin
matematikçilerin de durumdan yakındıklarını biliyoruz.
Lagrange, çeliskiler içermesine karşın matematiğin
başarısını, Tanrı'nin iyilikseverliği altında hataların
birbirini götürmesine bağlıyordu. Denebilir ki, matematik o
sırada bir bilim olmaktan çok bir sanat görünümündeydi.
Nitekim kimi eleştiriciler daha da ileri gidip, matematiği
düpedüz uydurma ya da kurgusal bir beceri olarak niteler.
Gerçekten o sırada kuramsal irdeleme ve temellendirmeleri
gereksiz bulan çoğu matematikçilerin tutumunda, matematiğin
doğasına ters düşen bir tür "oportinizm" egemendi.
Öyle ki, kullanılan işlemlerin geçerliği için uygulama
sonuçları yeterli ölçüt sayılıyordu. Başarılı
sonuçlarla gözleri kamasan matematikçiler, ne elde edilen
sonuçları mantıksal yönden temellendirme, ne de
kullandıkları kavram ve yöntemlerin geçerliliğini irdeleme
geregini duyuyorlardı. Daha fazla ilerlemenin coşkusu içinde
yeni hedeflere koşanlardan da beklenemezdi bu zaten. Ne var ki,
Berkley ile baslayan elestiriler giderek yoğunluk kazanır. 19.
yüzyilin ilk yarısı matematikte hem kusku konusu islem ve
sonuçları pekiştirme, hem de yeni buluşlara açılma
çabasını yaşar. Nitekim bu dönemin Gauss ile Cauchy gibi
büyük matematikçileri bir yandan eleştirel bir tutum
izlerken, öbür yandan yeni buluslara yönelik atılımlar
sergilemislerdir. Daha önce Legendre ve Lagrange'da da ilk
belirtilerini gördügümüz elestirel yaklasım, Gauss'da tüm
etkinliğiyle ortaya çıkar. Denebilir ki, Gauss,
çalışmasının önemli bir bölümünü matematiği saglam bir
temele oturtma amacına yöneltmisti. Onun, "cebirin temel
teoremi" diye bilinen karmasık sayılar alanında her
cebirsel denklemin bir kökü olduğu savını ispat uğraşı,
bunu pekiştirme çerçevesinde önemli bir çalışmadır.
Kaldı ki, o güne değin belirsiz ya da bulanık kalan
"karmaşık sayılar" kavramı bile Gauss'un
çalısmasında açıklık kazanır. Analizi gerçel sayılar
alanindan karmasık sayılar alanına genişletme işini ise
büyük ölçüde Cauchy'ye borçluyuz. Karmasık bir değişkene
ait karmasık fonksiyonlar teorisini olusturan Cauchy, sonsuz
küçükler gibi ne olduğu açık olmayan kavramları
matematikten ayıklama çabasıyla analizde gerçek bir reforma
yönelir. Limit, süreklilik gibi kavramlar ilk kez onun elinde
açık ve belirgin anlamlarını kazanmıstır. Cauchy'nin
limitler teorisi daa sonra Weierstrass'in çalısmasıyla
birleşerek sonsuz küçükler kavramını gereksiz kılar. Bu
gelişmeyle ortaya çıkan sonsuz sayılar ile süreklilik
sorunlarını ise George Cantor ele alır. Sayısal sonsuzluk
Zeno'dan beri tartışılan, çözüm bekleyen bir sorundu.
Euclid geometrisinin aksiyomlarından biri, bütünün herhangi
bir parçasından büyük olduğu savını dile getirir. Oysa bu
yargının, sonsuzlar söz konusu olduğunda, doğru olmadığı
görülmüştür. Cantor, sonsuz bir dizi ya da kümeyi, kardinal
sayısı herhangi bir alt bölümünün kardinal sayısına denk
olan küme diye tanımlar. Baska bir deyişle, sonsuz bir
kümedeki elemanlar ile, o kümenin bir alt bölümüne ait
elemanlar bire bir eşleştirilebilir. Örneğin, sonsuz bir
küme oluşturan doğal sayıları bir satır üzerine, doğal
sayılar kümesinin bir alt bölümü olan çift sayıları
ikinci satır üzerine yazalım.
1, 2, 3, 4, 5, 6
2, 4, 6, 8, 10, 12
Görüyoruz ki, ilk satır üzerindeki ne denli çoğaltılırsa
çoğaltılsın, ikinci satır üzerindeki sayılar da o denli
çoğaltilabilir; öyle ki, ilk satırdaki ilk elemana
karşılık ikinci satırda daima bir eleman olacaktır. Bu, iki
dizinin eşdeğer olduğunu gösterir. Oysa, ikinci dizi,
birincisinin bir alt bölümünden başka bir şey degildir.
Cantor, geliştirdigi sonsuz sayılar teorisinde farklı
büyüklükte sonsuz dizi ya da kümelerin oldugunu gösterir.
Örneğin gerçel sayılar kümesi, doğal sayılar kümesinden
daha büyük bir kümedir. Tüm ondalık kesirlerin büyüklük
sırasına göre dizildigini düşünelim. Dizideki ilk kesrin
birinci rakamı ile ikinci kesrin ikinci rakamını alıp her
rakama bir ekleyerek yeni bir ondalık olusturalım ve bu işlemi
dizi boyunca sürdürelim. Bu şekilde olusturulan ondalık, tam
sandıgımız dizideki tüm ondalıklardan farklıdır. Bu,
gerçel sayılar söz konusu olduğunda, sayılabilir bir dizi
oluşturmanın olanaksızlığını göstermektedir. Ondalık
kesirler sayısının, doğal sayılar sayısından daha yüksek
derecede sonsuz olduğu demektir bu. Analiz, bugün bilinen
yetkin kimliğine, büyük ölçüde, 19.yüzyılın ikinci
yarısında Karl Weierstrass'in çalısmasıyla ulaşır.
Cauchy'nin, bulanık "sonsuz küçükler" kuramı
yerine daha açık ve net limitler kavramını getirmesiyle
baslayan, Weierstrass'in analizi aritmetiklestirmesiyle,
Cantor'un süreklilik ve sonsuz sayılar kavramına açıklık
getirmesiyle noktalanan çalısmalar geçen yüzyılda yaşanan
bunalımı önemli bir yanıyla gidermişti. "Her
yanıyla" diyemiyoruz; çünkü, söz konusu bunalımın
kapsamında Euclid dışı geometrilerin yol açtığı
sarsıntıyı da bulmaktayız.
İki bin yılı aşkın bir süre boyunca "biricik geometri" kimliğini koruyan Euclid geometrisinden farklı geometrilerin ortaya çıkısı kolayca sindirilebilir bir gelişme olamazdı. Nitekim, başlangıçta yarı şaşkınlıkla önemsenmeyen bu olay, yüzyılın son çeyreginde sarsıcı etkisini duyurmaya başlar. Matematikçiler'in içine düştükleri şaşkınlık, sonunda, filozofların da kolayca üstesinden gelemedikleri bir soruna dönüşmüştü. Her biri kendi içinde tutarlı birden fazla geometri ne demekti? Uzun bir geleneğin saygınlığını taşıyan, sayısız uygulama ve ölçmelerle doğrulugu kanıtlanan bir sistem kuşku konusu olabilir miydi? Olamazsa, mantıksal tutarlılık yönünden eşdeğer yetkinlikte olan degişik geometrilerin varlığı nasıl açıklanmalıydı? Kant'a göre, geometrinin konusu uzay, temel özelliklerini aklımızın yapısına borçluydu; geometrik önermeler bu nedenle zorunlu dogrulardı. Baska bir deyişle, bir tek geometriye olanak vardı, o da Euclid geometrisiydi. Oysa şimdi ne görüyoruz? "Biricik" diye bilinen bu geometriye ait önermelerden bir ya da birkaçını yadsımak, çeliskiye yol açmak şöyle dursun, kendi içinde tutarlı geometrilere olanak veriyordu. Euclid dışı geometrilerin ortaya çıkması, yüzyıllar boyunca olusan kimi önyargı ve koşullanmaları kökten sarsmaktaydı. Geometrik önermelerin apaçık ya da zorunlu sayılan doğrulukları bir yana, doğru olup olmadıkları, hatta "doğruluk" kavramının kendisi tartışma konusu olmaya baslamıştı. Öte yandan, birbiriyle bagdaşmaz geometrilerin kendi içlerinde tutarlı olmaları, "tutarlılık" kavramını ön plana çeker; bu ise, matematiğin temellerine iliskin sorunların çözüm arayışında mantığa büyük ağırlık kazandırır. Biri analizde, digeri geometride kendini açıga vuran bu iki tedirginlik, 19. yüzyılı bir bunalım dönemine dönüştürmüştü. Gerçi, 18. yüzyilda oldugu gibi bu yüzyılda da matematiksel çalısmaların hem kuramsal, hem uygulama yönünden birbirini izleyen önemli atılımlar içinde olduğu söylenebilir. Öyle ki, bu ikiyüz yıllık dönemi, matematik için büyük cografi keşifler dönemine benzetenler vardır. Denebilir ki, ilk kez bu dönemde, birtakım belirsizlik, çelişki ve üstünkörülüklerle yüklü olduğu gözlenen matematiğin, aynı zamanda, temelde bir bütün oluşturduğu bilinci uyanmıştır. Bunalımı aşma yolundaki çaba ve arayışların hemen hepsinde bu ortak bilincin etkisini bulmaktayız. Matematiğin pekiştirilmesine yönelik bu çabada "mantıksal" diyebilecegimiz bir yaklaşımdan daha söz edebiliriz. Richard Dedekind'in çalısmasında kendini gösteren bu yaklaşım, Peano, Frege ve Russell gibi mantıkçı-matematikçilerde daha belirgin bir karakter kazanır. Daha çok gerçel sayılara ilişkin teorik çalısmasıyla tanınan Dedekind, diferansiyel ve integral hesapları aritmetik bir temele oturtmaya yönelir. Mantıksal çözümlemeyi içeren bu temellendirme, Peano ile önemli bir dönüm noktasına ulasır. Mantıksal çözümlemeye verdiği tüm öneme karsın, matematiğe iliskin de olsa, mantıksal ya da felsefi sorunlar Dedekind'in ön planda tuttuğu sorunlar değildi. Bu tür sorunlar, gene bir matematikçi olan İtalyan G.Peano'da önem kazanır. Öyle ki, matematiğin temelleri giderek onun başlıca uğraş konusu olur. Peano da, Dedekind gibi, kavram ve yöntemlerle üstünkörülükten kurtulma, daha kesin ve belirgin olma çabasındaydı. Matematik'te sağduyu ile sezgiye gereğinden fazla yer verilmesi tutumuna karsıydı. Hem sayı, hem fonksiyon kavramlarına, sezgisel anlamları ötesinde, daha kesin tanımlarla daha belirgin anlatımlar verilmeliydi. Soyut matematik, sağduyu ve sezgiye dayanan gelişigüzel bir çalışma olamazdı; tersine, kendi içinde yeterli, formel ya da mantıksal bir sistem olmalıydı. Euclid'in geometride gerçeklestirdiği aksiyomatik kuruluşu, Peano aritmetikte ve giderek analize gerçeklestirmeye koyulmustu. Ancak o, Euclid sisteminde bilinen kusur ve eksikliklerden sakınma çabasındaydı. Ona göre, ne aksiyomlar zorunlu, apaçık doğrulardır; ne de ilkel terimler anlamları sezgisel ya da tanımla belirlenebilecek nesnelerdir. İlkel terimlerle onlara iliskin özellikleri dile getiren aksiyomlar bir kez saptandıktan sonra geriye, teoremleri salt mantıksal yoldan çıkarsama kalır. Peano bu amaçla sıradan dil yerine, kullanılışlığı nedeniyle hemen benimsenen, simgesel bir dil önerir. Aynı sekilde, çıkarımların önceden konmuş kesin mantıksal kurallar çerçevesinde tutulmasında ısrar eder. Böylece onun öngördüğü sistem, belli dönüştürme kurallarıyla simgesel bir dile dayanan soyut bir kuruluştur. Matematiğin temellerini yoklama ve kurmaya yönelik girişimler 1890'li yillarda Frege, Peano, Poincare, Russell, Hilbert vb. düsünürlerin çalısmalarıyla ortaya çıkar. Tartısmalar çok geçmeden, "mantıkçılık", "sezgicilik" ve "formalizm" adlarıyla bilinen üç ögreti çevresinde toplanır.
paradokslar, bilinen Batı felsefesinin başlangıcına dayanır.Batı felsefesi, yani Eski Yunan felsefesinin ilk düşünürleri paradokslarla ilgilenmişlerdir.Birçok paradoks, bu düsünürlerin isimleriyle anılır. Paradoks sözcüğü Yunanca "Para : İleri" ve "Doxa : düşünce, inanış" sözcüklerinin birleşmesi sonucu oluşmustur.Bununla birlikte paradoks sözcüğünün sözlük anlamı ise şöyledir: "Görünüşte yanıltıcı olan insan, şey ya da durumdur."Yukarıda da belirtildiği gibi paradokslar bilinen batıfelsefesinin başlangıcına dayanır.Tarih içinde paradoks oldugu iddia edilen ilk örnek Yunan filozof Epimenides'in Girit'li paradoksudur.Aslında Epimenides'in paradoks olduğunu iddia ettiği önerme bir paradoks değildir.Epimenides "Bütün Giritliler yalancıdır."demişti.Epimenides paradoksu olarak bilinen yukarıdakı önerme paradoks olmasa da Epimenides mantığını geliştiren günümüz filozofları "yalan paradoksları" olarak anılan gerçek paradokslar bulmayı basarmışlardır.
İlginç Sayılar | Matematiksel Fıkralar | Matematik karikatürleri |